minik piçin notları



Öğretmenlerden oldum olası hazzetmem. Yani hazzetmem derken sevmem anlamında değil. Sikimde bile değillerdir. Nötrümdür o mesleğin erbaplarına karşı. Heyhat! Hayat sürprizlerle dolu… Annemin iş arkadaşlarından Mualla ablanın kardeşi Sedef denen o karı yüzünden nefret ettim tüm öğretmenlerden. Gerçi mantıklı düşününce kadının pek bir suçu yoktur gibi geliyor bana. Hep annemin bok yemesidir. Bilirim sırf hava atmak için över durur beni. E, durup dururken de övmeye başlamak olmaz bittabi, o yüzden demiştir kadına; Siz öğretmensiniz, bilirsiniz. Yok bizim oğlan şöyle yok bizim oğlan böyle, ne yapsak da kendini geliştirse? Hiç olmazsa okula başlayana kadar zaman geçirecek bir şeyler önerseniz de canı sıkılmasa evde?

Kadın ne kadar “Ben anlamam ufak çocuklardan, lise öğretmeniyim ben.” dese de dinlememiştir annem. Vermiştir ayarı… E, kadın da başından savmak için annemi “Günlük tutsun o zaman, hem öğrendiklerini pekiştirir hem de okuma yazmasına iyi gelir.” Demiştir. İşte birkaç gün önce geldi annem, dikildi kafama, açtı konuyu bana. Ballandıra ballandıra anlattı… Bundan böyle günlük tutacakmışım. Başımdan geçen her boku kaydedecekmişim. Hem bu sayede günlük hayatta yaptığım yanlışları da görebilirmişim. Çok yararlıymış bu iş. Yarak yararlı! Zaten mahallede entele çıkmış adımız bir de günlük tuttuğumu öğrense elemanlar, tefe koyarlar beni. Onlarla arkadaş olabilmek için neler çektiğimi bilmiyor tabii ki annem. Başta direttim. Olmaz anne uğraşamam ben dedim. Olmadı… İlle de yazacaksın günlük dedi. Zaten yazma konusunda pekiyi olmadığımı ileri sürdüm. Sürmez olaydım… “Daha iyi ya!“ Dedi, “yazın güzelleşir, hep okumakla olmaz. Yarından tezi yok başlıyorsun.”

Son çare olarak da ağlayıp zırlamayı denedim. Getirdiği kalın defteri tiftik tiftik ettim. Yırttım attım. Üzerimde, en sevdiğim kıyafet olan sweetim vardı. Hani şu Dexter denen seri katilin iş üstündeyken giydiği sweet var ya onun biraz açık renklisi. Sinir buhranı sırasında onun da yakasını falan yırttım. Kafamı falan yumrukladım sekiz-on defa. O ara şöyle göz ucuyla bir annemi kolaçan ettim. Gözleri dolmuştu. Resitalime bir son verip attım kendimi kanepeye. Gözleri dolunca sanmıştım ki ikna oldu, ama nafile… Bu sefer de o başladı. Başladı bağırmaya. “Sanki her gün bir şey istiyoruz!” Dizlerinin üstüne çöktü. “Sanki kötülüğünü istiyoruz!” Gözlerine biriken yaş bir iplik gibi akmaya başladı. “Bir anne kendi çocuğuna bile söz geçiremiyorsa…” İki aylık kocasını şehit vermiş doğulu kadınların ağıt yakması gibi melodik bir şekilde söylemişti ‘geçiremiyorsa’ kelimesini. Na’payım komik geldi bir an güldüm. Güldüğümü anlamış olacak yarıda kesti cümlesini. Gözlerini halıdan çekip gözlerime dikti. Yanaklarına kadar uzanmış gözyaşı resmen yarı yola kadar geri çekildi. Gözlerindeki hüzün yok oldu. Öfke yerleşti birden hüznün yerine. Bir hışımla yerinden kalkıp “Analık hakkım haram olsun sana!” diyerekten üstüme doğru koşmaya başladı. Yiyecektim köteği yine. “Tamam!” Diye bağırdım, “Tamam, kabul, yazacağım.”

Hayır! Kesinlikle bir ödlek olarak addetmeyin hemen beni. Dayaktan korktuğum için falan kabul etmedim. Tanıyorum annemi. Eğer “Analık hakkım haram olsun sana!” demişse sıçmıştım ben. Hemen bir patatesi ikiye bölecek, eski bir tülbentle alnına bağlayacak ve “Ahh… Başım ağrıyor… Ahh… Kıçım ağrıyor…” diye dolaşacaktı bütün gün evde. “Beeyy!! Bir doktora götür beni. Bu halde işe falan gidemem ben… Rapor versin bana. Ahh…” diyecekti babama. Sonra birkaç hafta evde bütün gün baş başa kalacaktım annemle. Beni gördükçe bir bok böceğine bakar gibi bakacaktı suratıma. Dışarı salmayacaktı. Su isteyecek, götürdüğümde ise “Çok soğuk bu! Anneni öldürmeye mi çalışıyorsun sen! Kastın mı var bana!” diye inleyecekti. İşte bu yüzden kabul ettim. “Ama” dedim, “günlük tutmam, kafama göre aklıma gelen anılarımı yazarım. Tamam?” Kabul etti. Hemen gidip yeni bir defter alıp geldi. Ben de ilk anım olarak bunu yazdım işte sevgili anılık. Haydi görüşmemek üzere kal sağlıcakla.

2 yorum: