minik piçin notları #5



Saat on iki gibi uyandım ikinci uykumdan. Yapacak bir şeyim yoktu... Sabah bayat ekmek kavgası ederken annem "Dün akşam yaptığım poğaçalardan götür üst kattaki yeni komşulara. Kokmuştur, zaten öğrenciymişler yapamazlar yemek." demişti. Elimi yüzümü yıkamadan, mutafaktan annemin sabahtan hazırladığı tabağı alıp çıktım üst kata. Nazikçe vurdum kapıyı önce, sesi duyuramayınca yumrukladım iki-üç-beş defa. Kapının arkasından cılız bir hatun sesi sinirli bir şekilde sordu içerideki ikinci şahışa: "Bu kim ya? Kıracak kapıyı, zili boşuna mı koymuşlar oraya?" Zil? Tabii ya, ben neden düşünemedim ki bunu! Malım ben çünkü, uzanabildiğim halde basmıyorum zile, o kadar da aptalım! Böylelerini atacaksın camdan aşağıya sonra da kanatların vardı neden uçmadın diyeceksin işte. Yosma! İkinci şahıs soruyu cevapsız bırakıp kapıyı açtı. İzledikleri filmin sesleriyle birlikte bir herif çıktı kapıdan. Uzun saçlı, uzun sakallı ve kısa boylu bir adam.

- "Evet kardeşim, kimi aramıştın?" biraz daha kısa olsa göz göze bakışacağız, saçları kendinden uzun neredeyse.
- "Ben alt kat komşunuz Orhan. Annem poğaça yapmış da kokmuştur komşuya da götür dedi. Bir de öğrenciymişsiniz yapamazmışsınız şimdi yemek falan siz."
- "Hadi ya, aslına hiç gerek yoktu ama..." İşte bu gereksiz mütavazılıklardan nefret ediyorum abi ben!
- "İyi madem, ben geri döneyim ozaman" deyip geri dönmeye hazırlanırken tevazunun saçma bir eylem oluduğunu anlamış olacak atladı hemen:
- "E, madem getirdin o kadar, almamak olmaz."

Tam bu esnada "Kimmiş gelen?" diyerekten bir hatun yerleşti bizim tıfılın arkasına. Erkeğin tam tersi uzun, upuzun bir hatun. Nasıl diyeyim; ilik gibi. Tıfıl olan "Komşunun çocuğu canım, annesi poğaça yapmış da, bize de göndermiş." diye açıkladı durumu. Yani sanırım, yani öyle olması daha mantıklı olurdu, yani bilmiyorum. Benim başım aklımdan gitti bir an. Ne diyeceğimi bilemedim. Aklıma gelen ilk şeyi söyledim:

- "Film mi izliyordunuz? Ne izliyorsunuz? Josh Hartnett'ın sesini duydum sanki..."
- "Ha-Ha" Diye bir kahkaha attı Uzun Boy, "Hollywood yıldızlarını da tanıyormuş" diyerekten eğildi bana doğru. Allah kahretsin üstünde asklı bluz var. Allah kahretsin iki göğsü ve kendisiyle beraber üçü de yaklaşıyorlar. Allah kahretsin yanaklarımdan öpüyorlar. Yani göğüsleri değil sadece kendisi öpüyor. Tıfıl olan da mal mal izliyor dördümüzü. Kıskanmıyormuş gibi davran tabii, tıfıl seni...

- "Evet Josh Hartnett'in sesi. Gel istiyorsan sen de izle?"
- "Ben? Evet, gelirim de izlerim de. Film izlmeyi severim ben. Fırsat buldukça izlerim."

Az önce, o yosmalığı yapanın Uzun Boy olduğunu kim düşünebilir ki? Tanımıyordu gerçi daha beni. Neyse işte giriyoruz içeriye. Aslında apartmandaki bütün daireler aynı şekilde tasarlanmış ama burası biraz tuhaf. Salonda iki çekyat, bir halı, bir masa, masanın üstündeki bilgisayar ve bira şişelerinden başka bir şey yok. Çekyatların biri masaya paralel yerleştirilmiş. Tıfıl olan çekyata kuruldu hemen. Uzun Boy da mutfağa doğru yollandı, mutfağa girmeden sordu:

- "Ne içersin canım?"
- "Zaten biram var ya," diye yanıtladı tıfıl, ama aldığı cevapla susup kaldı:
- "Sana demedim be!" Ha-ha! Sen sus tıfıl! Sana mı hitap edecek 'canım' diye? Bana dönüp bir daha sordu Uzun Boy:
- "Ne içersin canım? Bu arada adın ne demiştin sen?"
- "Bira," dedim ameliyat sırasında hemşireden neşter isteyen doktor edasıyla, "adım da Orhan. Hacı adı olduğuna bakma, dedemin adıymış. Benim hacı olduğumdan değil." diye de ekledim.
Bir kahkaha daha koyverdikten sonra konuştu:
- "Ben de Ahsen. De, bira istediğine emin misin? Daha sağlıklı bir şeyler içmen gerekir gibi bir his var içimde." O beni kırmamaya çalışan dillerini yerim ben senin be!
- "Elma suyu var mı?" diye sordum.
- "Maalesef canım ya..."
- "Elma suyu olsaydı votka tercih edebilirdim ama maalesef edemiyorum. Ozaman en iyisi bira, soğuk olsun." Bu sefer ikisi birden güldü.
- "Minik piçe bak yahu" Dedi tıfıl. Minik? Bana? Bana sadece ben minik diyebilirim ulan!
- "Sensin minik! Git de bir aynaya bak, tıfıl!" Sadece Ahsenciğim güldü. Kahkaha atarak mutfağa girip saniyeler içinde elinde iki bira bir de çay bardağıyla çıktı.
- "Şuna bak yahu" dedi tıfıl, "piç dememe değil de minik dememe kızdı."
- "Peki, benim piç kelimesine kızmamış olmam senin piç olmadığın anlamına mı gelir?" diye sordum, hiçbir şey diyemedi, sustu kaldı zaar.
- "Sen ona bakma canım. Anlayışsız o. İnsan değil! Ha buz dolabı ha Mahmut, bir fark yok." diyerekten isminin Mahmut olduğunu öğrendiğimiz tıfılı itin götüne soktu Ahsenciğim, sonra da çıkarıp ona döndü: "Hadi sen odaya git. İzleme aşk filmi falan. Git odaya iddaa kuponu doldur. Defol!" diyerekten bir daha soktu. Hadi tıfıl, siktir git! Yalnız bırak bizi. Ha-ha...
Biz salonda filmi izlerken Tıfıl Mahmut ha bire saçma sapan bahanelerle salona gelip duruyordu. Yok iddaa programını unutmuş, yok salonda tükenmez kalem var mıymış, yok birasını bitmiş de bira alacakmış, yok karnı acıkmış da bir ekmek arası yapacakmış... Herkesi kendisi gibi sanıyor pezevenk; kontrol ediyor aklı sıra. Ben ilk günden yavşar mıyım lan kıza? İT!

***


Film bittiğinde, filmden dolayı mı yoksa biradan dolayı mı bilmiyordum ama başım dönüyordu. Filmden dolayı olma ihtimali de vardı çünkü film çok tuhaftı. Resmen baş döndürücüydü: Nişanlı olan bir adam var. İş yemeğindeyken benim bir telefon etmem lazım diyip kalkıp telefon kulübesine gidiyor fakat kulübe dolu. Kulübe camlı falan da değil, içerdeki hatun görünmüyor, sadece sesi geliyor. Adam sesi duyunca deliriyor hemen kulubeye giriyor ama hatun çoktan gitmiş. Sonra pat diye adamın geçmişini göstermeye başlıyorlar. Sesini tanıdığı hatunla tanışmalarını, çıkmaya başlamalarını falan. Adam sesin sahibini ararkan olaylar gelişiyor başka bir hatunla tanışıyor, ama eski sevgilisinin olduğunu düşündüğü evde tanışıyorlar. Yeni hatunun adı eski hatunla aynı. Buralarda bir yerde koptuk biz filmden. Ahsenciğim çok hoşsohbet vesselam. Filmi izlerken bir anda başladı anlatmaya. Bir bir döktü Mahmut'un yediği bokları. Teselli falan ettim ben bunu: Değmez dedim böyle adamlara, değer vermeyeceksin böylelerine falan. Ağzıma geleni söyledim. Bir daha öptü. O öptükçe ben de verdim odunu.

Bilirsiniz, bu dertleşme denilen şey sırayla yapılıyor. Baktım sustu Ahsenciğim bu sefer ben başladım. Tabii ki Kaya'dan bahsettim. Normalde çok iyi olduğumuzdan, ama bir anda değiştiğinden, benden bir şeyler gizlediğinden bahsettim. Ahsen de "belki ailevi problemi vardır, belki de okulla falan? Düzelir yakında... " Gibi teselli cümleleri kurdu, "Hayır Ahsenciğim" dedim(Belki de dememişimdir. Sarhoştum, hatırlamıyorum. Veya sarhoş olduğum için demişimdir. Yoksa ilk günden olmaz böyle...), "okulla, aileyle alakası yok. Önceden en mahrem şeyleri bile açardı bana. Mesela bir kezinde 'Pipimde tüy çıktı!' deyip pat diye açmıştı pipisini. Pipi dediğin şey mahremdir. Öyle herkese gösterilmez, anca amcalara falan... Yani beni arkadaştan da öte bir şey gibi görüyordu, amca yeğen gibiydik biz. Ama değişti. Çok değişti." O da teselli amaçlı cümlelerden biraz daha kurdu ama sıkılmıştım muhabbetten, filme devam etmeyi teklif ettim( Tekliflere ufak ufak başlamanın yerinde bir karar olduğunu düşünmüştüm...) kabul etti. İşte bundan sonra başım dönmeye başladı.

Bu ikinci hatun meğerse asıl çocuğu da asıl çocuğun eski sevgilisini de önceden tanıyormuş. Hem de daha çıkarlarken, bu çocuğa aşıkmış. Oyun oynamış bunlara, ayırmış falan. Bir dünya oyun. İlk sahnelere geri dönmeye başladı film. Bir ilk sahnelerden bir de bugünden bahsetmeye başladı. İkinci hatunun yaptığı oyunlar ortaya çıktıkça "aa o, bu muymuş", "hassiktir ya" gibi cümlelerle filmin başını düşündükçe kaybettim kendimi.

Sonra bir baktım saat 16:57. Babamların eve gelmesine üç dakika var. Eve geldiğinde beni bulamazlarsa annem çıldırır. Hemen eve gitmem gerekiyor diye düşünüp fırladım ayağa. Ama sonra vazgeçtim gitmekten. İlk günden ana kuzusu imajı çizmek pek hoş olmazdı. İlk günler çok önemlidir. Bir beş-on-on beş dakika daha oturmalı otururken de gitmek için bir bahane bulmalıydım. Başım dönüyordu ve aklıma bahane falan gelmiyordu. Öyle mal mal oturmak da olmazdı bittabii. Ahsenciğimle kitaplardan konuşmaya başladık. Ben Chuck Palahniuk'tan Hakan Günday'dan İhsan Oktay Anar'dan ve de Oğuz Atay'dan( Tamam, anılık. Kabul, bunu hava atmak için söyledim. ) hoşlandığımı söyledim. O da Murat Menteş'i Alper Canıgüz'ü okuyormuş. Sonra da Oğuz Atay'ı kendisinin bile pek anlamadığını benim yaşımda bir çocuğun onu nasıl okuyabildiğini sordu. Eğer yaşıma gönderme yapan bir soru soran başka biri olsaydı tabiri caizse sıçardım ağzına ama Ahsenciğimin ağzına sıçmadım. Ve fakat keşke sıçsaydım.... Allah kahretsin! Dedim ki: "Sarışın kızların Oğuz Atay'ı anlaması beklenemez zaten!" Allah kahretsin anılık! Kırdığım pota bakar mısın... Bir anda Ahsenciğimin bakışları değişti. Ne dese haklıydı ama sağolsun Tıfıl Mahmut odadan çıkıp kurtardı beni:
- "Beş yaşında bir çocukla kitaplardan konuştuğuna bakacak olursak Oğuz Atay okuyamam normal gibi... Okuma yazma bile bilmiyor." hınzırca gülümsedi. Fırsat bu fırsattı, bunu kullanıp hemen eve kaçmalıydım. Ahsenciğimin gönlünü daha sonra alabilirdim nasıl olsa. Ama eve geç kalırsam, annem... Bir hışımla fırladım yerimden. İşaret parmağım Tıfıl Mahmut'u gösterir vaziyette:
- "Gerizekalı aptal! Okuma yazma bilmiyormuşum, Allah'ın tıfılı! Burada kaç saattir alt yazılı film izliyoruz, o kadar aptalsın ki hala okuma yazma bilmediğimi düşünüyorsun! " Ayağa fırlamam ve bu cümleyi bitirmem bir kaç saniye sürmüştü ve şaşkın şaşkın bana bakıyorlardı. Hemen fırladım dışarı. Normalde apartmanın merdivenleri düzdür kolaylıklıkla inilip çıkılır fakat bugün Harry Potter'daki sihirli merdivenler gibi bir sağa bir sola haraket ediyorlardı. Duvarla yaslanarak aşağıya indim. Fuck! Bir türlü anahtarı deliğe sokamıyordum. Ses çıkarmamam gerekiyordu. Eve sarhoş bir şekilde döndüğümü görmemeliydi annem. Bir ara apartman boşluğundan bir ses geldi, tanıdık bir ses "Şennur" demişti sanki. Hemen kafamı merdiven boşluğa uzattım. Ha-ha... Babamlar daha yeni geliyorlardı ve annem yine babamın kafasını ütülüyordu. Şennur Teyze muhabbeti neydi? Dinlemeliyidim...
- "...Ya yok mu hani? Şennur? Çocuğu var, Kaya? Hani Orhan'ı alıyor gündüzleri?"
- "Haa!.. Tamam, ee?" Bir sus be kadın tınısı...
- "İşte onla konuştum da sabah, oğlan okulda bir kıza mı ne tutulmuş. Dersleri falan boşlamış hep. Diyorum ki Orhan'ı o okula göndermeyelim. Orhan'ım kanmaz o şırftılara gerçi de... Belli olmaz yani?"

Allah kahretsin! Fuck! on kere, yüz kere, bin kere, onyüzbin kere fuck! Bir kız içinmiymiş şimdi tüm bunlar? Başım daha da dönmeye başladı. Sesi mesi dinlemeden açtım kapıyı attım kendimi odaya. Düşünebiliyor musun anılık! Bir kız için? Annemin dediğine de bak! Ben kanmazmışım! Ben insan değil miyim lan! Ben sevemez miyim! Nyse anlık.. Bneim bal-m dönüyoor.. Sağlckla kal.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder